2 Mart 2012 Cuma

Risaleleri tartýşýrken uhuvvetimiz sadeleşmesin!

Risaleleri tartisirken uhuvvetimiz sadelesmesin!

Ikram Arslanin yazisi Aman, uhuvvetimiz sadelesmesin! Keske Risale-i Nur sadelestirilmeseydi. Keske o, Kur’an hakikatleriyle bizi baglayan eser külliyatinin orijinaline dokunulmasaydi. O, Risale-i Nur’un kendine has üslubuna hiç müdahale edilmeseydi. Keske... Ama oldu... Yillardan beri tartisilagelen sadelestirme mevzuu yeniden gündeme geldi. Ama bu kez yapilsin mi yapilmasin mi olarak degil. Keske yapilmasaydi olarak çikti karsimiza. Ve bunun olacagi belliydi de... Ancak, beser eliyle de gelse kader-i Ilahî noktasindan da bazi planlarin oldugunun hesaba katilmasi gerektigi kanaatindeyim. Bunu nazara almadan hareket edince, fayda saglayayim derken zarar verme ihtimalimiz oldukça yüksek olur. Sadelestirenleri hakli bulmuyorum. Yayinlanan kitabin kapaginda “sadelestirilmistir” ya da “Günümüz Türkçesiyle” vs. gibi bir ibare görememem bir talihsizlik oldu. Bu kapagi görenler bu külliyati orijinal sanabilirler. Risale-i Nur’u hiç bilmeyenler bundan yola çikarak yanlis izlenimlere katilabilirler. Kitabin içerigiyle ilgili kapagina bilgi konsaydi ve sadelestirenlerin isimleri yazilsaydi, sorun belli bir ölçüde çözülmüs olacakti. Lem’alar kitabinin sadelestirilmis hali nesredildikten sonra bir haber sitesinde söyle bir baslikla yayinlanmisti: “Bu kitap kavga çikartir!” Yanimda bulunan bazi kardeslerimle konusurken “Isini kavgayla halledecek en son cemaattir bu cemaat” demistim. Ancak yazilanlari, çizilenleri görünce çok tereddütte kaliyorum. Risalelerin sadelestirilmemesini savunanlarin karsi görüste olanlara hakk-i hayat tanimayan yazilari okudukça içim ciz ediyor. Bir hakikati ispat etmek (daha dogrusu kendi görüsünü karsi tarafa kabul ettirmek) için diger görüs sahiplerinin bütün güzelliklerini hak ile yeksan etmek çok insafli bir davranis olmasa gerek. Yillarin yazarlarinda bile bu üsluba sahitlik ettim maalesef. Genel olarak yazilar gayet güzel basliyor, kendi fikrini siralayip izahta bulunuluyor; ama sonlara dogru üslup gittikçe sertlesiyor. Bu hususu ben agabeyler imzasiyla nesredilen dokuz maddelik bildirgede de hissettim. Basta Risalelerin neden sadelestirilmemesi konusu maddeler halinde gayet güzel bir sekilde ele alinmis. Ve her insaf sahibi de burada yazilanlara hak vermistir kanaatimce. Ancak, sekizinci maddeye gelindiginde durum biraz degismis. Hücumat-i Sitte Risalesi’nden eklenen paragrafin (burada biraz haddimi asarak söylüyorum) konuyla ilgisi olmadigini düsünüyorum. Tahminime göre bunu bu maddeye eklerken paragrafin sonundaki “... Sözler’in kiymetlerinin tenzilini arzu eder, tâ ki kendi mahsulât-i fikriyesi onlara yetissin, onlar gibi satilsin” ibaresine vurgu yapilmak istenmis. Ancak Bediüzzaman’in burada uyardigi husus, Üstad Hazretleri’ne karsi bir kiskançlik damarinin bulunmasi... Dokuzuncu maddede üslup daha da degismis: “Hangi niyetle olursa olsun böyle tesebbüslere tevessül edenler, bu hareketlerinin Risale-i Nur’a, Müellifine ve talebelerine karsi alenen ve fütursuzca meydan okumak mânâsina geldigini idrak etmeli, böyle bir meydan okuyusun nasil bir âkibeti dâvet edecegini düsünmeli ve eger insaf ve idrak sahibi iseler, derhal yanlislarindan dönerek tövbe etmelidirler.” Burada da bu isten vaz geçmeleri isteniyor ancak kullanilan tövbe etme ibaresi bana çok agir geldi. Keske hiç eklenmeseydi. Bazi agabeylerimiz Incil’i örnek göstererek Risalelerin tahrif edilebilecegi örnegini verdiler. Bu zamanda Risalelerin bu sekilde tahrif edilebilecegine hiç ihtimal vermedigimi belirtmek isterim. Risalelerin orijinalleri meydandadir. Herkesin cep telefonlarina varincaya kadar muhafaza edilmis hali mevcuttur. Risaleler tahrif olmaz, insaallah. Ancak benim asil endise duydugum husus uhuvvetin tahfif olmasi... Kardesligin yara almasi... Kardeslerin birbirine agir ithamlarda bulunmaya baslamasi... Kendi iddiasini kuvvetlendirmek için kardesine hakk-i hayat tanimamasi... Ve bütün bunlarin zararinin dönüp dolasip Risalelere dayanmasi... {SAYFALAMA} Bazi agabeyler kendilerini o kadar kaptirmislar ki siz-biz diye ayirmaya baslamislar bizi. Onlarin samimiyetinden hiçbir süphem yok. Ama mevzuya “Sadece ben hakliyim” nazariyla yaklasilinca bilinçaltina iki ayri taraf mesaji gönderiliyor. Bu biraz daha ilerleyince, yarin gerçekten de “siz-biz” diye bölünmek hiç de kaçinilmaz degil. Dünün muhabbet fedaileri, bugün siz diye kardesiyle konusuyorsa, yarin kimbilir neler söylenir? Muhterem agabeyim Cezmi Huyut, dün okudugum “Biz hatasiz miyiz?” baslikli yazisinda, Van depremine atifta bulunarak “Yikilan evleri binalari yenilersiniz, daha iyisini yaparsiniz, fakat kirilan kalpleri tamir etmek zordur, kalpleri yapabiliyor musunuz, muhabbet kuleleri insa edebiliyor musunuz?” diye sormus hakli olarak. Simdi bunu sadelestirme konusu gündeme geldiginden beri yapilan tartismalari nazara alarak okuyup, sonrasinda da yine Cezmi Agabey’in su cümlelerine nazar edelim: “Asil hüner böyle fena zamanlarda kardeslerine merdane ve fedakarane vaziyetleri takinmaktir. Yoksa kirk yillik hukuklar kirk paralik seylere feda ediliyorsa asil aglanacak hazin tablo budur. Dostu agyar etmek hüner degil. Düsmani dost edebiliyor musun?” Allah razi olsun muhterem agabeyim. Ne güzel söylemissin. Rabbim maddi depremleri bir daha vermesin insaallah. Ama manevi depremler hükmünde olan kardesler arasi husumeti hiç vermesin diye de duama ekliyorum. Biz Risalelerin degistirilmesini istemiyoruz. Ama bunu nazara alirken kendi sahsimizin degisip degismedigini de hesaba katmaliyiz. Risaleler hak ettigi saygiyi yine görecek ve Allah’in izniyle bu çark durmamak üzere kiyamete kadar devam edecektir. Buna, Allah müsaade etmeden, kimsenin dur demeye gücü yetmez. Ancak biz ne âlemdeyiz? Kur’an hakikatlerinin bir tercümani olan Risalelerin olusturdugu sahsiyet-i maneviyeye ne ölçüde uygun hareket edebiliyoruz? Müspet hareket ölçülerine ne kadar uygunluk gösterebiliyoruz? Hakikat incinmesin ve bu hakikatler herkese ulassin diye her türlü siyasî düsüncenin, fikrî ayriligin üzerinden konusan Bediüzzaman Hazretleri’ne hangi seviyede talebe olabiliyoruz? Sadelestirme mevzuu yillardir gündemi mesgul ediyordu. Ve adeta “ben geliyorum” diyordu. Olay meydana geldikten sonra karsi çikmaktansa, keske önceden tedbirler alinabilseydi. Bugünden sonra yapilan bütün tartismalar, berrak bir camda kalan lekeler olmaktan öteye geçmeyecek gibi görünüyor. Çogu yapiciliktan çok kiriciliga adapte olmus görünüyor. Kimse önceki fikrini birakip sizin yazinizda iddia ettiginiz seyi hemen benimsemez zira. Bu zamanda insanlarin fikrini degistirmek hiç kolay degil. Kimse karsi görüslü birisinin bir yazisini okuyarak hemen fikrini degistirmez, degistiremez. (Istisnalari olabilir. Ve ben karsi görüslü yazilari okuyarak fikir degistiren kaç kisi var, cidden merak ediyorum.) Hal böyleyken fikrî baski yapmadan, sadece kendi görüsünü belirtmek ve bunu destekleyen delillerini serdetmek en dogru yaklasim olacaktir diye düsünüyorum. Ben daha âlem-i sehadette yokken yapilan ve sonrasinda bazilarina sahitlik ettigim tartismalar gibi bu tartisma da yarin dinecek, bitecek. Ama zihinlerde kalanlar silinmeyecek. Uhuvvet esaslari üzerine konusabilmek, “Sadece benim bildigim dogrudur” tarzindaki söylemlerden kaçinarak “En dogru benimdir” düsüncesiyle ve müspet ifadelerle hakikatin anlasilmasina katki saglayabileceksek ne ala! Eger aksini yaptiysam... Sükût!
Kaynak: http://www.moralhaber.net/
Haberi Oku
Etiketler: , Ekonomi Haberleri, Son Dakika Haberleri, Yasam Haberleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder